Karşı Kıyıdaki Azize

Her Istanbul macerası bir Sezen şarkısıyla başlayıp bir Sezen şarkısıyla biten ve ardından gelen ayrılık ve yalnızlığın burkusunu yine bir Sezen şarkısıyla avutanlardan olmak, sadece yeri doldurulamaz bir saadetin değil, hayatı anlamlı yaşamış olmak için başlıbaşına bir sebebin de sahibi olmak demektir. Çünkü her birimizin diğerlerinden oluşan parçaları ne kadar çok ve ne kadar çeşitliyse hayatı anlamlı yaşamak o kadar mümkündür. Ne büyük mutluluk ki Sezen’den bize, rengahenk parçalar yağmıştır ve yağmur devam etmektedir. Sezen, kıymetini bilene, hepimizin diğeridir.

Ben Sezen Aksu’yu seviyorum. Ama onu, iddialı seviyorum; başkalarını da bu iddiaya ortak etmek isteyecek kadar. Benim iddiamın özü şudur: Sezen Aksu, kendi sahrasındaki zanaatçı-sanatçı kuşağının en önemli temsilcisidir. O, bu sahradaki en büyük besteci ya da en büyük icracı olmayabilir; en iyi şarkı sözü yazarı ya da en iyi sahne oyuncusu da olmayabilir. Ama bu zanaatlerin tümüne birden sahip olmakla, oluşturduğu yepyeni kimyayla, en iyilerin tek tek hallerinin toplamından çok daha kapsayıcı bir bütünlüğe ulaşmıştır. Bu bütünlük, tam teşekküllü gerçek bir zanaatçı-sanatçı kimliğidir. Onun şarkıları, bu coğrafyayı mükemmelen betimleyen bir ressamın resimleri olmanın ilerisindedir; bu şarkılar, bu coğrafyanın iklimine hükmeden bir komutanın emirleridir.

Benim gibi, müziği türüne göre değil de iyisine kötüsüne göre seçen insanlar olduğunu biliyorum. Elbette benim tercihlerim sanattan ya da müzikten çok iyi anlamaktan gelmiyor. Pek çok hariçten gazel okuyucu gibi benim tercihlerimi de birikmiş kişisel beğenilerim ile o andaki ruh halimin çakışması belirliyor. Oysa diğer sanatlarda olduğu gibi müzikte de iyiyi kötüden ayırmak genellikle beğenme tecrübesi veya ruh çalkantısından fazlasını gerektirir. Bu işler yetkinlik işleridir. Yani ben Sezen Aksu’nun bir bütün olarak sanatını ya da özel olarak müziğini, yetkinliğimden doğru değerlendiremem. Ama başka bir şey var ki ben ondan iyi anlarım: Ne dinleyeceğime ne zaman hislerim karar veriyor, ne zaman müziğin kendisi?

Birincisinde halet-i ruhiyeme göre bir müzik seçer ve zaten hazır olduğum halin içine bırakırım kendimi. Böyle zamanlarda müzik benim için gerçekten bir ruh gıdasıdır. Onu yer içerim ve kendi yararıma kullanırım; eğlenirim, hüzünlenirim, ferahlarım, hatırlarım, kafamı dinlerim, kahrolurum, yorgunluk atarım, rakı içerim, dans ederim, dalar giderim, gülerim, ağlarım. Velhasıl ruhum neye acıkmışsa onu onda arar bulurum. Üstelik şimdi lazım olandan biraz sonra sıkılmak gibi bir serbestliğim de vardır. İnsanın canı tatlı çektiğinde tuzlu nasıl tatsızsa, tuzlu çektiğinde de tatlı öyle tatsızdır. Neşeliyken andante nasıl tahammülfersa ise dertliyken de allegro öyle sıkletfezadır.

İkincisinde ise müzik söyler bana halet-i ruhiyemin ne olacağını ve hatta ne olması gerektiğini; ben o halde değilken bile beni o hale taşır; o hal içinde tutar; beni o halin kendisi yapar. Müziğin bana ne hissedeceğimi söylediği anlar, benim hislerimi kelimelere dökmekten aciz olduğum anlardır. Çünkü böyle bir müzik insanı, aşina olduğu insani hislerden boşa düşürür. Orası bildik bir yer değildir. İnsan orada kıskıvrak yakalanmıştır. Elini kolunu nereye koyacağını bilemez. Engin bir sükutun ortasındadır ve karşı konulamaz bir hafiflikle yükselmektedir. Fakat ille de biraz huzursuzdur. Oraya nasıl geldiğini bilemez. Nasıl olup da hem bu kadar tok hem de bu kadar iştahlı olabildiğine akıl erdiremez. Bir yandan hapsedildiğini sezinler ama diğer yandan pek de kurtulmaya çalışmadığını fark eder. Bu hal en çok esarete benzer; ama öyle sebepsiz bir esarettir ki insan onu kendisine doğrulayamaz. Heyhat! Ne kadar da cılızdır insanın direnci! Bu engin hafifliği cebine koyup güvenli limanına dönmek ister. Bir bahane uydurup o bilinmedik hislerden, kelimelerle konuşulabilen dünyaya geçmeye çabalar. Bu defa da geçiş sırasında cebine alıp götürmek istedikleri dökülmüştür. Onları beri tarafa geçirmek imkansızdır. Yanında sadece o definenin hatırası kalır. Buna razı olmak zorundadır. Başka kurtuluş yoktur.

Böyle bir esaret, insanın öyle her canı çektiğinde gidebileceği bir coğrafyada değildir. Dahası, böyle bir coğrafya yoktur. Ama coğrafyalarda, iklimlere hükmeden komutanlar vardır. Ve onların ağızlarından çıkan sözler o coğrafyalara şeklini verir.

İçinden geçtiği her marazı, her musibeti başkalarından bilen, kendi eliyle derde soktuğu başına gelen işleri yerden, gökten, dosttan, düşmandan bilen bu coğrafyada aşk da her şey gibi başkalarının eliyle verilir ve yine başkalarının eliyle alınır. Bir edalı dilberin işveleri yüzünden derde giriftar olan yiğitler, ellerin araya girmesiyle nazlı yardan ayrılır. Ben severim, eller alır!

Sezen Aksu’nun ikliminde ise ellerimiz ayaklarımız kadar aklımız fikrimiz de bize aittir. Ve aklımız fikrimiz kadar aşklarımız, ayrılıklarımız da bize aittir. Bu iklimde kimse kimsenin sevdiğini elinden almaz. İnsan, kendi sevip kendi ayrı düşer. Aşkın da ayrılığın da içinden kendi başına geçer. Bu engin ve hafif iklim bizi sadece kuşatmakla kalmaz, bizi gerçekten bizimle başbaşa bırakır. Burada insanın kendisiyle arasına zalim kader ve kahpe felek girmez. Burada, kendimiz bile haberdar olmak istemediğimiz en mahrem hislerimizle buluşuruz.

Sezen Aksu’nun önce şarkıları sonra bir bütün olarak zanaatı, bu coğrafyaya, kendi günahlarının ceremesini çekmeyi ve kendi sevaplarının sefasını sürmeyi emretmektedir. Bundan böyle bu coğrafyada ah vah para etmeyecektir. O, sadece kendi zanaatının değil bu zanaatla varılacak sanatın da alt çizgisini çekmiştir. Bundan böyle daha azına kimse razı olmayacak, kimse göz yummayacaktır. O bize, alışık olduğumuz ruh hallerinin dışında nasıl var olunacağını göstermiştir. Dünyanın, kendi dışında bir devran olduğunu ummaktan çare arayan bahtsızlara, çaresizlikten nasıl anahtar yapılacağını tarif etmiştir. Ne kadar kurtulmaya çalışsak kendimizi bırakmaktan geri duramadığımız bir tutkuyla bizi yüreklendirmektedir: “Bütün ol ve ayrı tut ki kendini, çünkü öyledir, zaten öyledir.”

Sezen Aksu, bir azizedir. Olgunluk çağında üçüncü kuşağını yetiştirmekte olan bir mürşiddir. Kraliçeliğin de filozofluğun da hakkını vermiştir. Öteki olabilmeyi, yerine koyabilmeyi, geride durabilmeyi öğrenmekle kalmamış, bize de öğretmiştir. Bir iz sürücü olmayı reddetmeksizin bir öncü olmayı bilmiştir. Sanatını, hepimizden aldığı parçaları kendi ruhunun örsünde işleye işleye kemale erdirmiş, ve dönüp bütün parçalarını hepimize cömertçe savurmuştur. Ve bu parçalar bizi biraz daha biz yapmıştır. Sezen Aksu, kıymetini bilene, hepimizin diğeridir.

Ekrem Düzen

Yorumlayınız:

Please log in using one of these methods to post your comment:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: