Haklısın, sakin ol…

mathilda-leonNiçin sakin olmalıyız? Meselenin ne olduğuna tekrar bakmak, elimizde gerçekten neler olduğunu tartmak, ve somut olarak yapabileceklerimiz planlamak için.

Gücünü haklılıktan alan insanların barışı inşa edebilmesinin yolu sakinliği örgütlemekten geçer. Barış gelince sükunet sağlanmayacak, sükunet sağlanınca barışın yolu açılacak, çünkü barış senden benden bizden başka bir yerden türemeyecek, o yüzden önce sakinlik, sonra barış.

Kitlelerin ölü yuhalaması istisna değil, kuraldır bu coğrafyada. Şimdiye dek bu denli yakınımıza gelmediği için fark etmemiş, ilgilenmemiş olabiliriz. Keşke hiç fark etmek, ilgilenmek zorunda kalmasaydık. İnsanca yaşamayı ortak değer haline getirmeye çalışan bir toplumun bireyleri olabilmeli, bu gibi barbarlıkları birer tarih masalı olarak ders kitaplarında okumalıydık. Sokağa çıkınca burun buruna gelmemeliydik. Ya da barbarlık gelip evlerimizin içine dek girmemeliydi.

Ölü yuhalayan, eline sopa alıp kulağı küpeli saçı uzun genç-erkek veya sesi yüksek eteği kısa genç-kadın avına çıkan barbarlar kimlerdir ve ne istemektedirler? Bu barbarların sahibi olan zorbalar, bu ilkellikleri, katliamları, kıyımları hangi maksatla cesaretlendirip ödüllendirmektedirler?

Bizim coğrafyamızda iyi bilinen ama hiç konuşulmayan sert gerçeklerden biri de bir şımarıklar ve arsızlar güruhu olduğumuzdur. Özerk benliklere ve yaşam biçimlerine sahip olan bireylerin karşılıklı rızalaşmalarıyla oluşturduğu bir toplum olmak bizden ışık yıllarınca  uzak. O bir yana, geleneksel değerlerle hiç olmazsa bir arada durmayı becerebilen bir topluluk olma niteliği bile edinebilmiş değiliz. Bir güruhuz biz. Kuralsız, amaçsız, hedefsiz, yarınsız, hayalsiz, meraksız, heyecansız, zevksiz, huysuz, huzursuz, rahatsız, bilgisiz, anlayışsız, sabırsız, tahammülsüz, uyumsuz kalabalıkların içiçe geçmesinden oluşmuş güruhlar güruhuyuz.

Sınırının nerede başlayıp nerede bittiğini bilmeyen arsız çocukların özellikleridir bunlar. Mesele bu çocuklara nelerin öğretilmediği değil, nelerin öğretildiğidir. Biz çocuklarımıza gün boyu yerinde durmasını söylerken yerlerinde nasıl duracaklarına ilişkin en küçük bir ipucu vermeyiz. Dahası, çocuğun yerinde durması onun değil bizim ihtiyacımızdır. Bu yüzden gün boyu çocuk sınırını ihlal ederken anababası onu yine sınırını tanıyamayacağı geri bir noktaya iter. Çocuk kendi kendine ilerlemeyi, durmayı, veya geri çekilmeyi asla öğrenmez. Çocuğa bu sınırın öğretilmemesi, anababanın da sınır nedir bilmeyişiyle açıklanamaz. Cevap bu değildir. Şudur: Bu coğrafyada hayatta kalmanın tek yolu sınır aşıp ileri geçmektir. Hayatın her anında elzem olan bu sınır aşma harekatı olmadan hiçkimse sokakta bir adım bile atamaz. Bu yüzden biz çocuklarımıza layıkıyla sınır ihlal etmeyi öğretiriz. Ve bu yüzden bütün bir insan yığını hayatını birbirini engellemekle, tökezletmekle, çelmelemekle geçirir. Bu ülkede başkasının yolunu kesmeden, sırasını işgal etmeden, arkadan gelip önüne geçmeden ne iş bulunur ne de aş.

Sınır bilmemeyi marifet sayan bir coğrafyada yaşıyoruz. Hırçınlık olumlu bir karakter, haylazlık olumlu bir kişilik özelliği. Başkalarının sınırını ihlal etmeyi beceremeyenler ise sadece alay konusu. Uysallık beceriksizlik demek, sakinlik ise korkaklık.

Niçin sakin olmalıyız? Korkmadığımız anlamak için. Korktuğunu zannedenlerin korkmadıklarını anlamalarını sağlamak için.

Sınır bilmemek barbarlığın tarifidir. Barbarlığı arsız çocukluk haline benzetmek zayıf bir kıyas gibi görülebilir. Değildir. Barbar ve arsız çocuk herşeye ve herkese atılır, saldırır, yüklenir, çullanır. İkisi de ne aradığını bilmez. İkisi de bulduğunu anında tüketir, neyin ne olduğunu anlamadan yoluna devam eder. Fakat ne aradığını bilmediği için bulduğu ne olursa olsun yetmez. Çünkü bir ‘şey’ değil, kendi sınırını aramaktadır. Karşısına bir dur diyen, durduran, tutan, kımıldamasına izin vermeyen çıkıncaya dek çullanmaya devam eder. O sınıra çarpmadan kendine gelemeyecektir.

Arsız çocuk sadece sakin bir yetişkin tarafından sakinleştirilebilir. Çocuk bu sınıra çarptığında sınır da çocuğa çarpmamalıdır. Arsız çocuğa çarpmak, onu durdurmaz. Sadece bir an için şaşkınlığa düşürebilir. İlk şaşkınlık hali geçtiğinde ise daha büyük bir şiddetle saldırır. ‘Dayak arsızı’ dediğimiz şey budur. Dayak yiyeceğini bile bile, yaptığını yapmaya devam eder. Çünkü her engel sınır değildir. Çarpan bir engel kendisinden daha büyük bir şiddetle aşılabilir. Demek ki şiddet, şiddet doğurmaktan başka hiçbir işe yaramaz.

Arsız çocuk – ve barbar – ancak ve ancak sakin bir gücün onu kıskıvrak ama sakince sarmalayıp, debelenmesi bitinceye dek sabır ve sükunetle beklemesiyle yatışır. Çığlık çığlığa çırpınan bir çocuğu güzelce kucaklayıp susana dek elini ayağını oynatamayacağı şekilde sıkıca sarmalamak gerekir. Ta ki tamamen sakinleşsin. Vadesini siz biçemezsiniz. Kaç dakika – bazen saatler – sonra susacağını bilemezsiniz. Sonuna dek sükunetinizi koruyarak beklemek zorundasınızdır. Kolay değildir bu, ama yapılabilir. Başka hiçbir yol yoktur. Çocuk ancak o zaman sınırını anlar. Engel ile sınırın farkı da burada ortaya çıkar. Engel aşılması gereken bir zorluktur. Sınır ise, berisinde kendisini güvende hissedeceği çizgidir. Sınır, çocuğa, içinde korunup kollanacağı yuvayı gösterir.

Kısa vadede memleketimin barbarlarını kollarımıza alıp sarmalayalım demiyorum – uzun vadede yapılması gereken bu olsa da. Ama şunu yapabiliriz: Çevremizde sarmalayınca sakinleşebilecek fakat şu sıra öfkeden nereye saldıracağını bilemeyen yakınlarımıza işte bu sükunet sayesinde güvenli bir yerde olduklarını hatırlatabiliriz. Güvenli yer denen daireyi her birimiz, birbirimiz için oluşturuyoruz. Sükuneti bozulan kişinin güvenlik hissi de zayıflar. Yani korkar. Bu kişiyi sükunetle sarmaladığımızda güvenli daireyi sağlamlaştırmış oluruz. Böylece bu kişi her şeyin ve kendisinin de güvende olduğunu anlayacaktır. Sükunetini bozmadığı sürece aslında korkmadığını fark edecektir. O da başkasını sakinleştirmeye gidebilecektir. Aksi halde birkaç kişi herkese siper olmaya yetişemez.

“Benim sarmalanıp sakinleştirilmeye ihtiyacım varken başkasını nasıl sarmalayıp sakinleştireceğim?” diye soran olursa: Derin bir nefes alıp en yakınınızda en kolay sarmalanabilecek ve en hızlı sakinleşebilecek biriyle başlayın. Bazen basitçe hiçbir şey söylemeden yanında durmak, kışkırtıcı sözlere cevap vermemek ve sadece uzlaşmayı işaret eden sözleri öne çıkararak konuşmaya devam etmek bu etkiyi sağlamaya yeter. Kimi nasıl sarmalayacağınızı sezersiniz. Bu sezgiye güvenin. Eğer bir kez birini sakinleştirebilirseniz hem siz sakinleşirsiniz hem de artık herkesi sakinleştirmenin kapısını aralamış olursunuz.

İnsanlarla aranızdaki küçük anlaşmazlıkları çözün. Ufak tefek dargınlıkları uzatmayın. Çözemiyor veya kısa kesemiyorsanız en azından dondurun. Size yaklaşanları daha yakına çekin. Uzaklaşanları tutun, geri çağırın. Bütün bunları laf anlamazlara değil, sizden bir işaret bekleyenlere yapın. Gerisi de var, ama ona o zaman bakarız.

En büyük gücümüz haklılığımız. Bu büyük gücü barışa dönüştürecek kuvvet ise sakinliğimiz. Direniş için dayanışma ne ise dayanışma için sakinlik de odur.

Ekrem Düzen

2 comments

  1. Tarkovsky’nin nostalgia’sındaki efsanevi konuşma gibi olmuş… Bkz: bir delinin günlügü… 🙂

    Beğen

  2. Geri bildirim: Umut ve Felaket | Adalet Çavdar

Yorumlayınız:

Please log in using one of these methods to post your comment:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: