II. Murat, tarihte eşine az rastlanacak karakterlerden biridir. Bunu, Osmanlı tarihindeki yeri veya öneminden çok çizdiği kişilik belirler. Bu öyle bir kişiliktir ki yapıp etmelerine veya huy-u-suy’larına bakılarak yapılan tarifler hep eksiktir. Tariften öteye geçmeden ve ruhunun derununa sızmadan ortaya konacak tahliller ortalama bir hükümdar siluetinden fazlasını vermez. Yaşamı boyunca üstlendiği rolün ötesinde karanlık bir anlamlar deryasını da bünyesinde barındıran bir kişidir Murat. Bu zorlu nitelik, ona ‘karakter’ dememizi gerektirir.
II. Murat’ın hepimizin bildiği hikâyesi şudur: Murat, bir nice kutlu fethin ardından niyaz eder ki oğlu Mehmet kendi sağlığında tahta geçe ve kendisi dahi oğlunun nasıl devlet ettiğini dünya gözüyle göre. Bu acayip halin bir benzerini ya da hak rızası için akla yatar bir izahını bulmak bana pek müşkül görünüyor. Kendisi henüz kocamış değildir. Gazavat ve fütühattan yılmış da değildir. Murat, Selanik’in üç günlük yol olduğunu duyar duymaz gazilerine “bre gavatlar, ne durursuz, şol Selanik’in mesalihini göresiz, yoğusa Muhammedin pak ruhiy’çün ben sizin mesalihinizi görürün” demiş muktedir bir sultandır. Mehmed-i Sani adıyla tahta cülus edecek oğlancağızın ise bıyıkları yeni terlemektedir. Bu oğlancağız henüz adının önüne Fatih şanını ve yanına Avni mahlasını iktisap etmiş değildir. Murat’ın, Mehmet’i Edirne’de tahta koyup kendisinin Manisa’ya çekildiği bilinir. Ömrü harp otağlarında geçmiş bu sultan, bundan geri hayatını îyş û nûyş ile geçirmek dilemektedir.
Buraya kadar iyi hoş. Amma bu hali işiten Ungurus’tan Çehistan’a, Eflak’ten Lehistan’a, Boğdan’dan Alaman’a kadar umum kefere, gün bu gündür deyip, evvelce aralarında olup olmuş her türlü maslahatı rafa kaldırıp, Osmanlı’ya karşı cem olurlar. Ordular toplaşıp Balkan içlerine sarkar. Niyetleri, yenice tahta çıkan sultanı, daha ne olduğunu anlamadan boğazlayıp Osmanlı belasından topyekün kurtulmaktır. Fakat ulema ve vüzera durumun vahametini görüp II. Murat’ın eteğine yapışırlar. Tahtı ele alıp ordunun başına geçmesi için yalvarırlar. Murat olmazlanır; “bre teresler, başınızda sultanınız vardur, derdüyüz her ne ise varın kendüye bildürün” der. Bunun üstüne ulema ve vüzera Mehmet’e gidip “tahtı atana teklif et, yoksa kendi gelip yüz sürmez” derler. Divan toplanır. Mehmet, yenice oturduğu tahtını atasına bin iltizam ve ihtimamla teklif eder. Murat istemez görünür, sağa sola bakınır, sonunda ricalara minnetlere dayanamayıp yeniden tahta geçmeye razı olur.
Burada başka bir rivayete göre ise güya Mehmet babası Murat’a, “eğer sultan sen isen tahta geç, yok eğer sultan ben isem ordunun başına geç” demiştir. Bu rivayetin sarahati çok şüphelidir. Hakikat, Mehmet’in buna gönlünün hiç yatmadığı, Murat’ın ise binbir naz niyazla yeniden tahta geçtiği olsa gerek. Murat, öyle emrivakiyle iş yapacak bir adama benzememektedir. Ayrıca, atasına emir verir gibi söz söylemek hiçbir Osmanlı oğlancağızına nasip olmamıştır. Efradının başını vurdurmuş olabilir, o ayrı.
Neticede, Varna Ovası’nda kızılca kıyamet kopar. Kefere ordusu çok kalabalıktır; iyi hazırlanmıştır ve zaferden emin dövüşmektedir. Hatta Murat bir ara cengin kaybedildiğini ve geri çekilmenin daha doğru olacağını bile düşünür. Ama gaziler Murat’ı geri komazlar. Atının yularına yapışıp askeri etraflarına toplarlar. Murat, yeniden celallenip saldırır ve zafer bir kez daha Osmanlı’nın olur.
Murat’ın pek bilinmeyen hikâyesi ise kendisinin tahta yeni çıktığı zamanda geçer. Atası Çelebi Mehmet, kardeşlerinin hakkından gelip Osmanlı’yı yine bir tuğ altında toplayıp ahir ömrünün hitamına vardıktan sonra tahta çıkan Murat, küçük bir kardeşin varlığından pek rahatsız olur. Fetret devrinin tedirginlikleri henüz atlatılmış değildir. Murat, bu kardeşin giderilmesi emrini verir. Paşalar çocuğu Murat’ın veziri Mezit Bey’e iletirler. Mezit Bey de kendi gözetiminde çocuğun hallini gördürür.
Mezit Bey Murat’ın en sadık adamlarındandır. Birlikte yer içerler. Hatta sık sık kafa kafaya dertleşirler. Bu dertleşmeler sırasında Murat ne zaman meyi fazla kaçırıp esrik olsa Mezit Bey’e sataşır: “Ey Mezit,” der; “bilir misin ki billahi sen benim kanlımsın.” Mezit Bey bu yollu sözlerden çok içerlemekte, çok incinmektedir. Amma ki Osmanlı’nın sözü üstüne söz düşürmek öyle hemen mümkün olmamaktadır. Gel zaman git zaman, bu dertleşmeler de artar sultanın esrik halleri de. Hemen her seferinde, ne zaman Murat bir yudum fazla meylense Mezit’e dönüp, “Ey Mezit, billahi sen benim kanlımsın” der durur. Nihayet bir gün Mezit Bey dayanamaz: “Hâşâ Sultanım,” diyecek cesareti bulur, “ben hiç öyle iş yapabilir miyim?” Bunu işiten Murat’ın gözleri parlar; “doğru mu dersin Mezit, sen değil misin benim körpe yavrucağıma kıyan?” Mezit, “hiç oluru var mıdır ki Hakanım; siz emir buyurun, ben bu işin mesalihini göreyim” der. Murat derhal mukabeleyle, “aman Mezit, tez davranıp benim kanlılarımı bulasın,” diye emir verir. Bunun üzerine Mezit Bey, kendi emriyle şehzadeyi boğazlayan kimseleri yakalatıp “işte bunlardır bu işi görenler” diyerek padişahın ayaklarına fırlatır. Murat, bu adamların boyunlarının vurulmasını emreder ve Mezit Bey’e dönüp, “kanlılarımdan öcümü aldım, pes sana da Mezit, hakikatli adammışsın” diyerek destur verir.
Her ikisi de gerçeği bilmektedir. Ve ikisi bir olup bambaşka bir gerçeklik yaratırlar. Bu yaratılmış gerçekliğin içinde Murat’ın bir daha ne o kadar meylendiği ne o kadar esridiği görülmez. Ve yine bu yaratılmış gerçekliğin içinde Osmanlı gazaya kuvvet verir; yayılır, genişler, büyür.
Ve II. Murat, nice kutlu fetih edip, tahttan çekilip, geri gelip, nice kutlu fetih daha ettikten sonra bir gece rüyasında üç vakte kadar kendisine hak vaki olacağını haber alır. Döşeğini hazırlatır. Yatar. Ulularını başına toplar. Hepsine vasiyet ve nasihat eder. Helalleşir. Üç gün sonra rahmete kavuşur.
Serinleyenler