Eksik Cumhuriyetçiler, Sahte Demokratlar, ve Mutlak Devletçiler

Eksik Cumhuriyetçiler, Sahte Demokratlar, ve Mutlak Devletçiler

Bir gün Demokrasi ile Cumhuriyet’ten birini diğeri uğruna kurtarmak zorunda kalırsam ne yaparım? Bugün karşı karşıya geldiğim/getirildiğim açmaz budur. Bu açmazın üstesinden nasıl geleceğimi düşünmeden önce dile getirmek zorunda olduğum bir ithamım var: Beni “denizde boğulmakta olan iki kardeşinden hangisini kurtarırsın” sakilliğinde bir ‘seçim’e maruz bırakan kendini bilmezler, kardeşlerimi boğulma noktasına getirip bana kurtarma kadrosu ihsan eden sorumsuzlar, cümlesi, insanlık suçu işlemektedirler. “Benden başka yol yok” siyasetinin su taşıyıcısı bu vasıfsızların ortaya koydukları ‘hukuk’, hak ihlalini meşrulaştırma düzeninden başka hiçbir şey değildir. Her hareketleriyle halk iradesini ve insanca yaşama onurunu çiğnemektedirler. En mahrem hücrelerinden en dışarlık libaslarına kadar bu cürüme bulanmış, tepeden tırnağa kirlenmişlerdir.

Açmazın ne olduğuna yakından bakalım: Cumhuriyet kurucularının mirasçısı olduğunu iddia edenler (Cumhuriyetçiler) Cumhuriyet’in temel ilkelerinin ve kazanımlarının tehlikede olduğu söylemiyle, bu tehlikeye karşı oluşturdukları katı ve donuk duruşunu sürdürüyor. Diğer yandan, Cumhuriyetçi unsurların geniş halk çevrelerini temsil etmediğini, Cumhuriyet’in kendi halkını dışlayıp horladığını iddia edegelenler (Demokratlar)  daha fazla sivilleşme ve daha fazla demokrasi taleplerini kamusal alanda daha çok var olma ve kamu imkanlarından daha fazla pay alma üzerinden giderek yükselen bir güvenle dile getiriyor. Hak ettikleri itibar ve imkanları 2002 seçimlerinden bu yana örgütlü şekilde ve kurumsal yapılar halinde hayata geçirme yoluna giren ‘sivil ve demokrat’ unsurlar Cumhuriyet ilkelerinin çoğunu, kazanımlarının ise en azından bir kısmını, arzuladıkları zihinsel çevre ve yaşam pratikleri karşısında engel hatta tehdit olarak görüyor. Cumhuriyetçiler nasıl kuruluştan sonra da demokrasiyi hesaba almayıp dondurdularsa ülkemizin reaktif demokratları da aynı umursamazlıkla Cumhuriyet’i ateşe atmaya hazır.

İncelenmeye değer olan, bu unsurların günümüzdeki siyasi partilere dağılımından çok siyasi partiler dışındaki örgütlenme biçimleridir. Ancak ister belirli partilere maledilsin ister daha geniş bir örgütlenme yelpazesindeki görünümleri saptansın bu iki ana unsurun kendilerini ve dolayısıyla bütün ülkeyi bir varolma-yokolma savaşına sürükledikleri ortada. Bu savaşı bir Cumhuriyet-Demokrasi açmazı haline getirip yurttaşları bu çirkin oyuna alet etmekte hiçbir beis görmüyorlar.

Ana fikri baştan açık edelim ve bu amansız derdin adını koyalım. Teşhisimizin doğruluğunu, tedavi programını da barındırıyor olmasından ileri sürüyoruz: Ülkemizin hem oligarşik cumhuriyetçi hem de sahte demokrat unsurları esas olarak devletçidir. Devletçi, sahiplendiği strateji ne olursa olsun (ister cumhuriyetçicilik ister demokrasicilik) yurttaşı değil devleti esas alır. Yurttaşın özgürlük ve refahını değil devletin varlığını ve devamlılığını gözetir… ve bunu yurttaşın özgürlük ve refahını yok etme pahasına yapar. Yeni değildir bu, yeni Türkiye Cumhuriyeti’yle ortaya çıkmış değildir; Osmanlı’dan olduğu gibi tevarüs edilmiştir.

Cumhuriyetçi unsurların devletçiliği, bu ülke için her şeyin en doğrusunu bilenlerin kendileri olduğu iddiasından gelir. Bu nedenle en kabasından oligarşiye hizmet ederler. Demokrasi’yi, kendi bildikleri doğruları gerçekleştirmek yolunda bir araç olmaktan öte kavramamışlardır. Demokrat unsurların devletçiliği ise çoğunluk iradesinin demokrasi ile aynı şey olduğu iddiasından gelir. Bu nedenle Cumhuriyet’i, (sadece kendi savlarını destekleyecek örnekleri seçip ayıklayarak) azınlığın çoğunluğu ezdiği bir yönetim biçimi olmaktan ileri anlamamışlardır. Cumhuriyet tarihimiz, kuruluş yılları dahil olmak üzere, bu iki unsurun mücadelesinin tarihidir. Mesele hangisinin devleti ele geçirip diğerine rağmen hakim olacağı meselesidir. Bugün bu mücadele gele gele ülke halkının tamamını yutacak bir açmaz haline gelmiştir. Ve böyle bir açmazdan, kanatların birine tutunarak ve diğerinin kopup gitmesine göz yumarak çıkılamaz.

22 Temmuz 2007 seçimlerine giderken, unsurlardan birini diğeri uğruna seçme ve diğeri olmaksızın yola devam etme şansı yoktur. Nedeni çok açık: Seçilen veya feda edilen kanat ne olursa olsun sonuç, özgür bireylerin değil tahakkümperver devletçi (faşist, totaliter, baskıcı, dayatmacı, tümdengelimci, aklı ve insan merkezli bilgiyi dışlayıcı, cahil, ve dolayısıyla zalim) zümrelerin zaferi olacaktır. İşte bu iki unsurun algılamaktan uzak oldukları zulüm – veya algılamakla dahi ilgilenmeyip sadece kendi eyyamlarının peşini gütmekten sebep oldukları zulüm – budur. Elbette naif bir aymazlık içinde oldukları söylenemez. Bunu kasten yapmaktadırlar. O muzaffer ve tahakkümperver zümrenin kendileri olmasını hedeflemektedirler. Üstelik bunu meşru bir zemine oturtmayı planlamaktadırlar. Ve bu yüzden benim oyuma talipler. Neyin ne olduğunu öğrenmeye ve doğru dürüst iş yapmaya niyetleri olsaydı ben de bir paylaşma çabasına girişirdim. Ama bu yazıyı yazmaktaki amacım iktidara talip olan tahakkümperver oyunbazları yola getirmek değil. Onlara bir şey öğretmeye çalışmıyorum. Burada niçin Cumhuriyet ve Demokrasi’nin içiçe olmak zorunda olduğunu izaha ya da bu sürecin bu ülkedeki tarihçesine girişmeyeceğim. Namazda gözü olmayanın ezanda kulağı olmayacağını onlar benden iyi bilirler. Bugün iktidara talip olan cühela tayfasının tamamının defolup gitmelerinden öte bir muradım yok. Benim sözüm, özgür bireylere:

Siyasi bir seçim yapmak, yaşam biçimini tasarlamakla ilgilidir. Bu nedenle siyasi seçimler, hâlihazır belirlemelerden çok gelecek tasarımlarıyla şekillenir. Dolayısıyla politik hayvan olarak insanın karşısında iki seçenek bulunur: Ya okur-yazar ve öğrenen bireylerden oluşan bir topluluğun oluşturucu unsuru olacaktır ya da dünyanın belirli bir başlangıçtan (dünyanın yaradılış anı, İsa’nın doğumu veya Ekim Devrimi) bugüne dek hiç değişmeyen bir kurallar manzumesi olduğunu kabul ederek bu manzumenin en mükemmel terennümleriyle uğraşacaktır. . Birincisini seçen insan özgürleşir. Çünkü özgürlük, kendi yolunu oluşturmak demektir. Kendi yolunu oluşturmaya girişen insan seçenek yaratmak ve seçenek çoğaltmakla meşgul olur. İkincisini seçen insan ise kulluk yoluna girer. Bu yolun haritası baştan elinizdedir, nerede ne olduğunu size başkaları öğretir ve sizden beklenen bunları iyice belleyip şaşmadan takip etmenizdir.

Bizim ülkemizde Cumhuriyetçiler (ki aslında oligarşi savunucularıdır) kendilerini birinci yolun yolcusu zannetmektedirler. Oysa bu yolda, ülkenin kurtarılmasına ve Cumhuriyet’in kurulmasına yetecek kadar ilerledikten sonra bu seçeneğin kendisini değişmez bir düstur haline getirmişler, böylece herkesten önce kendileri okur-yazarlığın ve öğrenme toplumunun önünü kesmişlerdir. Bildikleri kendilerine yetmektedir ve herkese yetmesi gerektiğine inanmaktadırlar. Anadolu’da söylendiği haliye, daha işin en başında, bildikleri unuttuklarına yetmez hale gelmiştir.

Demokratlar ise (ki aslında demokrasiyle uzak yakın ilgileri yoktur, mistik bile olamayan son derece dar açılı bir taassubun takipçileridirler) gizli ya da açık şekilde ikinci yolun yolcusudur. Demokratlara göre, öğrenme ve seçenek oluşturmanın ülkenin ayakta durmasına (“düşmanlarıyla” baş etmesine) yetecek kadarından fazlası dünyanın kuruluş ve işleyiş ilkelerine terstir. Bu ilkelere iman etmişler ve diğerlerine yol göstermeyi vazife bilmişlerdir. Kendilerine yetecek kadarını elde ettikten sonrasını aramak, başlangıçta sonu belli dünya anlayışına uymaz. Bu nedenle günlük koşuşturma ötesinde hele de zihinsel alanda pek hareketli olmayan çoğunluğa dayanmaları kaçınılmazdır. Bu durağan çoğunluğun bizahiti kendisi dünyanın başından itibaren devam eden kurulu düzeninin yaşayan kanıtıdır. Bu anlamda memleketime has demokratlara göre demokrasi, durağan çoğunluğun durduğu yerde durabilmesi için elzem bir araçtır.

Cumhuriyetçiler, özgür ve ilerici unsurların bu durağan çoğunluktan çıktığını unutmuştur. Demokratlar ise Cumhuriyet’in özgür ve ilerici unsurlar sayesinde kurulmuş olduğunu akıllarına getirmeye tahammül edememektedir. Her ikisi de bu ülkenin tarihini, coğrafyasını, iklimini ve insanını tanımamaktadır. Cumhuriyetçilere kalırsak, farklı seçeneklere sahip olduğumuz zannıyla hep aynı verimsiz tarlayı çapalayacak, tanımayı reddettiğimiz ve ekip biçmeyi öğrenmediğimiz kendi ürünlerimizin cilalanmış olarak yeniden bize ithal edilmesine seyirci kalacağız; yaban ellerde basılmış kimlik kartlarımızı kendimiz bastık sanacağız. Demokratlara kalırsak, bir gün yeniden ülkeyi muhafaza ve müdafaa mecburiyetine düşersek, içinde bulunduğumuz ahval ve şeraiti hiç anlayamadan kendimizi okur-yazar, öğrenen, atı alıp Üsküdar’ı geçmiş dünyanın tutsağı olarak bulacağız.

Özgür Bireyin Kaçınılmaz Sorumluluğu

Özgür bireyin, okur-yazar ve öğrenen toplumu desteklemek dışında bir seçeneği yoktur. Bu seçenek, öncelikle özgür bireyin kendisine karşı yerine getirmesi gereken bir sorumluluk, ifa etmesi gereken bir görevdir. Çünkü özgürlük, seçmek ve seçimin sorumluluğunu almak demektir. 22 Temmuz 2007 seçimlerine giderken, oligarşik cumhuriyetçilerin ve sahte demokratların bize dayattığı bu ezber bozulmalı, bu açmaz reddedilmelidir. Bu açmazın kendi içinde bir çözümü olmadığı, çözümün ancak bu açmazın reddi ile oluşmaya başlayabileceği yüksek sesle haykırılmalıdır. Özgür bireyi bu açmaza düşürenler bu açmazı reddeden özgür bireyler tarafından bertaraf edilmelidir.

Ben bugüne dek hiç oy kullanmadım. Çünkü bugüne dek ülkedeki seçimleri Cumhuriyetçilerle Demokratlar arasındaki mücadelenin safhaları olarak gördüm. Dolayısıyla hangisinin ne süre ile iktidar ettiğini pek önemsemedim. Bu unsurları, birbirini boğazlarken beslediğini göremeyen düşman ikizler olarak gördüm. Ancak bu kez bu seçimi bu mücadelenin bir safhası olarak görmüyorum. Bu kez her iki unsur birden, beni ve hepimizi, diğerinin ateşine atmaya kararlı görünüyor. Ben ise kendilerinin özgürlük ateşine atılması gerektiğine inanıyorum. Özgür bireyin yaşayabileceği ortam, cumhuriyet ve demokrasinin aynı anda tecelli ve tezahür edebildiği bir ortamdır. Eğer bugün iktidara talip olanlar pazarlığı böyle bir noktada kesmeye yanaşmıyorlarsa biz onların yolunu kesmeliyiz. Bu nedenle bu noktada oy kullanmak artık özgür bireyin kaçamayacağı bir görev ve bir sorumluluktur.

Ben oyumu bağımsızlardan yana kullanacağım. Bağımsız kisvesi altında başka tahakkümperver zümre olma, başka bir kılıkta yine devlet olarak başıma dikilme arayışında olanlara değil; ezber bozacak, açmazı reddedecek bağımsızlara. Beklentim beni siyasi yelpazede temsil etmeleri değil. Herhangi bir icraat gerçekleştirmelerini, benim sözcüm olup sorunlarımı çözmelerini beklemiyorum. Hatta makul bir fikir uyuşması bile beklemiyorum. Cumhuriyet ve demokrasinin her ikisinin aynı anda ve eşit şekilde zorunlu olduğunu savunması benim için yeterli. Ben böyle bir özgür bireyin sesinin yükselmesini kendi sesim yükselmiş addedeceğim. Ve sadece şimdi veya oy kullanırken değil, bundan sonra da bu oyun ve oy verdiğim özgür bireyin arkasında duracağım; Cumhuriyet ve demokrasinin birini diğeri için feda etmeye kalkışmadığı sürece…

Ekrem Düzen

Yorumlayınız:

Please log in using one of these methods to post your comment:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: