Sivil Uzlaşma

Ülkemiz bir kez daha bölünme tehditleri altında. Bu tehditlerin bir kısmı inançlar ve yaşam biçimleri diğer kısmı ise ulusal ve etnik kimlikler ekseninde şekilleniyor. Dolayısıyla ülkemiz, bir çıpıda tahlil edilemeyecek çapraz bölünmelere gebe. İlginç olan, muhatapların tümümün, en azından görünüşte, birlik bütünlük sağlama sürdürme iddiasında oluşu. İronik olan ise ‘tarafların’ bu bölünmelere, diğer tarafları bertaraf etme dışında bir ‘çözüm’ göremeyişi, gösteremeyişi.

Herhangi bir eksende (ya da çapraz eksenlerde) oluşacak herhangi bir bölünmenin sadece bölenlere yarayacağı ve bölünenlerin şu anda olduklarından çok daha beter hallere düşecekleri gerçeğini umarım kimse tartışmaya kalkışmaz. Böyle bir tartışma açmayı aklından geçirenlere diyeceğim şudur: Bizim ülkemizde henüz herhangi bir “kendi içinde bütün” grup/kesim/topluluk diğerleriyle (farklı inançlar/değerler çarpı farklı yaşam biçimleri çarpı farklı kimlikler) organik bağlarını ve dinamik ilişkilerini kopararak tek başına kendisinin ve ülkesinin varlığını sürdürmeyi garanti altına almış bir ülke değildir. Daha kısası, bu ülke henüz bölünecek kadar güçlü bir ülke değildir. Bölünmekten bahsedebilmek için tuzumuzun epeyce kuru olması gerekir. Bizim henüz tepemizdeki dam aktarılmış, altımızdaki döşek kurumuş değildir. Bu noktada hemen son tahlili de belirteyim: Bölünecek kadar güçlü olmak demek bölünme tehditlerini ortaya çıkaran gerekçelerin kökünün kurumuş, kurutulmuş olması da demektir. Zira, bölünecek kadar kodamanlaştığımızda bölünmeye gerek kalmamış olacaktır. Ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda başkasından – devletten, cemaatlerden, tahakkümperver zümrelerden – emir-komuta, akıl, irşad almasına gerek kalmayacak, karar alma ve uygulama erkini kendi özgür seçimiyle uygulayacak, düşünce ve hareketlerinin sonuçlarının sorumluluğunu üstlenebilecek kertede özgürleşmiş bireylerin oluşturduğu bir toplumda bölünme bir tehdit değildir. Böyle bir toplumda zenginliğin çeşitlilik ve farklılaşmadan kaynaklandığı, hayata geçmiş görünümler ve pratiklerle, tek tek bireylerin gündelik yaşamında gözlenen yaşama ve davranış alışkanlıklarıyla somutlaşmıştır. Böyle bir toplum, hem kendi içinde hem de henüz bu düzeye ulaşmamış toplumlar karşısında güçlüdür. Böyle bir toplum için yaşam artık bir varolma savaşı olmaktan çıkmış, gelişme ve potansiyelini gerçekleştirme işi haline gelmiştir.

Ne tuhaftır ki ülkemizin gelip gelip bölünme eksenlerine dayanma sebebi tam da toplumun varlığını güçlü bir şekilde sürdürme çabasıdır. Bu çaba içinde, henüz varolma savaşı anlayışından uzaklaşamamış bir çıkar çevresi çıkıp ancak şöyle olursa güçlü oluruz derken diğer başka bir çıkar çevresi de hayır efendim böyle olursa güçlü oluruz demektedir. Aslında nasıl bir yaşam biçimi talep ettiğinden bağımsız olarak tarafların her biri, diğer tarafların zayıflatıcı unsurlar olduğundan hareket ederek bu zayıf gördükleri unsurları yok etmeye çalışmaktadırlar. Bizi bölünme eksenlerine taşıyan anlayış her çıkar çevresinin her şeyi kendine istemesidir. Her şeyi istemekte bir sorun yoktur. O kadarını ben de isterim. Ancak bu dar zihniyetler, diğerleriyle birlik ve birlikte olmadıkları takdirde kendilerinin de var olmayacağını görmekten acizdirler.

Çözüm şimdiden bellidir: Kendilerini güçlendirici, diğerlerini zayıflatıcı unsur olarak görüp diğer unsurları yok etmeye çalışan tarafların, tüm unsurların birbiri içinde taşınabilmesine izin verecek bir uzlaşma iklimi oluşturmaları dışında bir yol yoktur. 22 Temmuz 2007 seçimlerinin galiplerini ve onları bu galibiyete taşıyanları bekleyen bir yol ayrımı vardır: Ya ne oldum sanarak kendi yaşam alanlarını diğerlerinin aleyhine genişleteceklerdir ya da tüm yaşam alanlarını birbirini besleyecek şekilde düzenleme uğraşına gireceklerdir. Birincisi, bu projeyi hayata geçirmeye çalışanlar dâhil hepimizi topyekun yok edecek bir girişimdir. Ancak ve ancak ikinci seçenek yaşatıcı, besleyici ve geliştirici olabilir.

Somut olarak, bugün yeniden iktidara gelmekte olan ve kendini Demokrat olarak tanıtan unsurların Cumhuriyetçi unsurlarla savaşının biraz daha kızışacağı anlaşılmaktadır. Cumhuriyetçi unsurlar savaş güçlerini önemli ölçüde yitirmişlerdir. Bunda en büyük günah kendilerinindir. Çünkü, güya barışı ve birlikteliği savunurken gerçekte bir arada yaşamaya tahammüllerinin olmadığı geniş toplum kesimlerini ve onların temsilcilerini yok saymışlardır. Bu yok saymanın uzun tarihi içinde küçümsemekten, sivil olmayan unsurlar aracılığıyla gizli ve açık zor kullanmaya kadar her yöntem görülmüştür, görülmektedir. Sivil olmaya ve kalmaya çalışan birkaç münferit çaba dışında Cumhuriyetçiler Demokratları anlamaya yanaşmamaış, uzlaşmaya davet etmeyi denememiştir. Cumhuriyetçi unsurlar herkes için her şeyin en iyisini bilmek zannıyla güdükleşmiş, katılaşmış ve donmuştur.

Dolayısıyla, eğer ülkemizde bir uzlaşma sağlanacaksa bu uzlaşmaya Cumhuriyetçi unsurlardan katkı beklemek ham hayaldir. Öte yandan uzlaşma için Cumhuriyetçi unsurların, fikirlerin ve deneyimlerin varlığı olmazsa olmazdır. Eğer Demokrat unsurlar zannediyorlarsa ki kendileri tek başına uzlaşma sağlayabilirler bilmelidirler ki bu şekilde Cumhuriyetçilerin düştüğü hatanın aynısına düçar olacaklardır. Cumhuriyetçiler şimdiki durumlarına Demokratları yok sayarak ve işi kendi başlarına halledebileceklerine inanarak geldiler. Eğer Demokratlar da tek başlarına bu uzlaşmanın mimarı olabileceklerini zannediyor ve Cumhuriyetçi unsurları, fikirleri, deneyimleri dışlamaya hazırlanıyorlarsa gözleri önündeki akıbetten hiçbir şey anlamamışlar demektir. Bu kadar açık bir tecrübeden feyz almamak için kör olmak yeterli değildir, kötü niyetli olmak gerekir. Demek ki şimdi Demokratların vereceği sınavın önemli bir kısmı, niyetlerinin, samimiyetlerinin, sahiciliklerinin sınanmasıyla da ilgilidir.

O halde ne olabilir? Benim paradoksal gibi görünen ama aslında sadece ironik olan bir umudum var. Yeniden iktidara gelmekte olan Demokrat unsurlar, varolan Cumhuriyetçi unsurlarla ve Cumhuriyetçi fikirler ve deneyimlerle uzlaşmak zorunda olduklarını hissederlerse çözümün yolunu açabilirler. Elbette tam şu an iktidara gelmekte olan temsilcilerin buna ayması ve bu çabaya girişmesi gerçek bir mucize olur. Benim beklentim bunun bu dönemde gerçekleşmesinden çok filizlenmesi yönünde. Daha somut ifade edecek olursam, nasıl ki AKP daha radikal unsurların bileşkesi olan ve kendisini Milli Görüş olarak adlandıran oluşumun (ve bu doğrultuda kurulmuş bulunan siyasi partilerin) içinden yeni ve farklı bir yapılanma olarak çıktıysa bugünkü AKP’nin içinden de farklı bir yapılanma er ya da geç çıkacaktır. Ve bu yapılanma uzlaşma zorunluluğunu idrak etmiş olarak bu coğrafyanın hâkim siyasi paradigması olan merkez-çevre oluşumunu, günün ve geleceğin koşullarına göre yeniden düzenleme çabasına girişecektir.

Dolayısıyla, AKP’nin yeniden iktidara gelmesi ne kadar ironik olursa olsun bir umuttur. Ve umut, Cumhuriyetçi unsurların akıllarını başlarına devşirmelerinde değildir. Değildir, çünkü bu unsurlar akıllarını (ve artık gönüllerini de) vesayet altına bırakmaktan öte gelişememişlerdir; üstelik bu yöndeki tüm teşvik ve telkinlere de burun kıvırmışlardır be bugün artık tümüyle sağırlaşmışlardır. Yeni AKP iktidarının içinden daha gerçekçi, daha uzlaşmacı ve daha barışçı bir yapılanmanın çıkması dışındaki her çözüm sadece bir ara çözüm olacak ve dağılışın ertelenmesi dışında bir işlev görmeyecektir.

Eğer bugünkü iktidar, ikinci kez ve daha da güçlenerek iktidara geldiği hesabıyla uzlaşma zeminini iyice yıpratmaya kalkışırsa bunun tam karşısında olacağım. Bu uzlaşma zeminini geliştirmeye çalışırsa yanında olacağım. Tüm uzlaşma yanlısı muhalif unsurların da bu çabaya ortak olacağını umut etmek istiyorum. Farklı fikirler ve yaşam biçimleri daima olacaktır ve olmalıdır. Anlaşılması gereken, bizim fikrimizin ve yaşam biçimimizin, o bize hiç uymadığına inandığımız fikirler ve yaşam biçimleri olmaksızın – bu topraklarda – varolamayacağıdır. Ben bu anlayışın Cumhuriyetçi unsurlar içinde de filizlenerek zamanla Demokrat unsurlara sirayet edeceği umudunu taşımıştım. Şimdi bu anlayışın, Demokrat unsurlar içinde filizlenmesini ve tüm cephelere sirayet etmesini umuyorum.

Benimki bir umut. Niyetim bu değildi; arzum, hiç değildi. Ne var ki bunca hayal kırıklığından sonra kendime bir ders çıkarabilmeli ve dışlamaksızın uzlaşmayı en azından umut edebilmeliyim. Burada kastedilen uzlaşma sakın ola taviz vermekle karıştırılmasın. Ben hiçbir şekilde Cumhuriyet-Demokrasi bileşkesinden ve özgür bireyin gelişip serpileceği yaşam alanları oluşturmaktan daha dar bir uzlaşma tasarlamıyorum. Bu asgari müşterekte buluşmaya razı olmayacak her unsurla sonuna dek savaşmaya hazırım. Öte yandan bu asgari müşterekleri idrak etmiş unsurlarla buluşmaya da hazırım.

Ekrem Düzen

Yorumlayınız:

Please log in using one of these methods to post your comment:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: