“Mahalle Baskısı” aynı anda hem bir olguya hem de bir algıya karşılık gelen bir kavram. Bu nedenle gerçek ve söylentinin içiçe olduğu, söylentinin gerçeği, gerçeğin de söylentiyi ürettiği, yarattığı dinamik bir süreç.
Ülkemizde mahalle baskısı örneği bulmak için hiçkimsenin yerinden kalkması gerekmez. Gözünü çevirmesi bile gerekmez. Mahalle baskısı bizim için bazen yumuşayan bazen sertleşen ama her daim esen bir rüzgar gibidir. Olsa olsa yılda bir veya iki esintisiz gün olur o da zaten büyük haber olur.
Üç gün içinde üç ayrı haber şeklinde beliren üç örnek üzerinden inceleyelim mahalle baskısının söylenceden gerçeğe nasıl kolayca dönüşüverdiğini. Radikal’in 9 Ocak 2011 Pazar günkü internet baskısındaki haberine göre Samsun İl Sosyal Hizmet Müdürlüğü’nde görevli bir personel “etek boyu” nedeniyle işten çıkarılmış. Daha doğrusu, sözleşmesi yenilenmemiş. 10 Ocak 2011 Pazartesi günü aynı kaynaklı başka bir habere göre ise Mersin Nevit Kodallı Güzel Sanatlar Lisesi’nde kız ve erkek öğrencilerin yemekhaneleri ayrılmış ve birbirlerine 45 santimetreden daha fazla yaklaşmaları yasaklanmış. Yine aynı kaynaklı 11 Ocak Salı günkü bir haberde ise yeni çıkan bir yasaya göre artık düğünlerde veya davetlerde içki servisi yapılamayacakmış.
Benim kişisel olarak bu haberleri doğrulama imkânım yok. Mesele öyle midir değil midir anlamak için derinlemesine soruşturmalar gerekebilir. Belki de mesele bambaşkadır. Ama önemli olan bu haberlerin doğruluğu değil. Bu konuların haber olmasıdır önemli olan. Ve asıl haber değeri taşıyan unsurlar, etek boyunun işten çıkarılmaya sebep olabileceğinin, kız ve erkek öğrenciler arasına demir parmaklıklar çekilebileceğinin, ve düğünlerde içki içilemeyebileceğinin düşünülmesinde, bu düşüncelerin ekilmesindedir.
Bir yerde gayrı hukuki bir olay cereyan etmişse yapılacak iş, izlenecek yol bellidir. Tabii eğer hukukunuzu toplumsal sözleşme esaslarına göre düzenlemişseniz. Değilse, orada hukuktan değil mütehakkimlerin kurallarından bahsedilebilir ancak. Bunun adı da terördür. Eh, bizim ülkemiz henüz bir hukuk devleti olmadığına göre bu haberler de basbayağı terör haberleridir.
Böyle durumları pek nefis tarif eden güzel bir söz var memleketimizde: Şüyûu vukûundan beter! Bu sözü fazla Osmanlıca bulacak olursanız şöyle açıklamaya çalışalım: Söylentisi gerçekleşmiş halinden beter! Bu tür söylentiler, söylentisi çıkan konunun gerçekten olmuş olmasından bin kez daha tehlikelidir. Bu söylentiler sadece ve sadece insanları terörize eder, yıldırır, bunaltır, baskılar, içine kapatır, herkesten ve en nihayet kendisinden şüphe eder hale getirir. Kısa ya da uzun vadede ama bir gün mutlaka bu türden terörle iş görmeye kalkışanların fena halde eline ayağına dolanır. İnsanları sindirmek ancak belli bir müddet mümkündür. Akacak su yatağında durmaz.
Örnek olarak zikrettiğimi her üç güncel haberin de doğru olmadığını varsayalım:
Diyelim ki Samsun İl Sosyal Hizmet Müdürlüğü’nde görevli personel kılık-kıyafet yönetmeliğine aykırı davranmıştır ve bu yüzden işten çıkarılmıştır. Buradaki problem böyle bir kılık kıyafet yönetmeliğinin bulunmasıdır. Sözleşmesi yenilenmeyen personelin gerçekten kılık kıyafet yönetmeliğine aykırı hareket etmiş olması bu problemin varlığını ve doğasını değiştirmez. Mesele, insanların kılık kıyafetinin kariyerlerini, kariyerlerinden de öte, kaderlerini belirleyecek bir terör aracı haline getirilmesindedir.
Kız ve erkek öğrencilerin yemekhanelerinin gerçekten ayrılmış olduğunu varsayalım. Buradaki problem, bir okul müdürünün böyle bir yetkiye sahip olabilmesindedir; ertesi gün itibarıyla bu konuda bir soruşturma haberinin (veya bir açıklamanın) çıkmamış olmasındadır; ve haberi yapan gazetenin bile meseleyi unutmuş görünmesindedir. Bu ayrımın denenmesi bile bir terör eylemidir.
İçki satış ve sunumunun sadece kayıt adreslerine yapılabilecek olmasının yasalaşmış olduğunu ve böyle uygulanacağını varsayalım. Buradaki problem, göz göre göre anayasal suç işleniyor olmasıdır. Bu yasağın örneğin sigara yasağında olduğu gibi kamuyu koruma maksatlı olmadığı, düğünlerde ve davetlerde “bile” içki tüketimini “boğma” maksatlı olduğu o kadar aşikârdır ki ben, örneğin, bu yasağı herhangi bir şekilde “savunacak” bir görüşe muhatap olmayı “ahmak yerine konulma” addederim. Çünkü karşımdaki beni yıldırarak içkiden uzak tutmaya çalışan örgütlü bir terördür esasında.
Burada kişinin ahlakını etek boyuyla, kadınlarla erkekler arasındaki mesafeyle, veya tüketilen sıvının muhtevasıyla ölçen zihniyeti eleştirmiyorum sadece. Memleketimizde ölçü aracı olarak başka kumaş boyları, başka mesafeler, ve başka muhtevalar da kullanılabiliyor. Benim sözüm bütün ölçme biçme heveslilerine: Birincisi, kimse kimsenin ahlakını ölçemez. Bu kullanılan araçla ilgili değildir. Ahlak ölçmek temel bir insan hakkı ihlalidir. İkincisi, ahlakın kendisi de bir ölçü değildir. Elimizde kişinin davranışlarından başka bir dayanak yoktur ve olamaz. Hukuk bunu gerektirir. Ahlak, nedenlere değil sadece sonuçlara bakar. Oysa hukukta illiyet rabıtası kurmak şarttır. Davranışın hukuka uygunluğu değerlendirilirken kişinin davranış saikleri (davranışa yönelten etmenler) göz önünde bulundurulmak durumundadır. Kıyas veya muhakeme, davranışlardan yola çıkmayı ve geniş bağlamdaki tüm ilintileri sağlam şekilde kurmayı gerektirir çünkü. Hukukta amaç, davranışın saiklerini, oluşturucu sebepleriyle birlikte ele alarak nesnel bir değerlendirme ve eğer gerekiyorsa yargılama yapmaktır. Sizinle aynı ahlaki düsturları paylaşmayan insanlar son derece hukuka uygun davranışlar gösterirken ahlaken kendinize örnek aldığınız kişiler pekâlâ hukuk dışı davranabilirler. Her iki örnek, tarihteki yüksek şahsiyetler arasında bulunabileceği gibi yanıbaşınızda ve hatta kendi içinizde bile bulunabilir. En olağan ve en sık rastlanan insani durumdur bu. Hukuk, bunun için vardır.
Bu nedenle bu meseleye ancak kimin kimi terörize etmeye, yıldırmaya, bastırmaya çalıştığı cephesinden bakılabilir. Diğer cephelerdeki tartışmalar hiçbir sonuç vermeyecektir. Bam teli burasıdır. Kılık kıyafet yönetmelikleri örneğinde olduğu gibi, herhangi bir konuda kendilerini taraf addedenler karşılıklı suçlayıcı tutumlarını bir kenara bırakmadıkça, uzun vadede bundan hiç kimsenin kârlı çıkmayacağını kavramadıkça, bu mesele “öteki” üzerinde tahakküm kurma meselesi olmaya devam edecektir. Meselenin yegâne çözümü kılık kıyafet yönetmeliği gibi terörü meşrulaştıran yazılı ve yazısız hallerin tümüyle terk edilmesidir. Her kim hangi ahlakın ölçüsünü ne cins kumaşın boyuyla ölçerse ölçsün.
Ekrem Düzen
Görsel: http://www.yorumla.net/magazin-haberleri/843752-magazinin-siyah-beyaz-halleri.html
Yukarıdaki kaynakta, bu fotoğraf için not: 1984’te dönemin İzmir Belediye Başkanı Burhan Özfatura, aşırı dekoltesi nedeniyle sahneye çıkmasını yasaklayınca, Güngör Bayrak bunu protesto etmek için çarşaf giyerek Hafta Sonu objektifinin önüne böyle geçti.
Serinleyenler