“Kavram, nesneye karşılık gelmek zorunda değildir;” demişti Horkheimer. “Her şeyin kendinden başka şeylere saygı gösterme yükümlülüğünden daha önemlisi, her şeyin kendinden başka şey olma hakkıdır;” diye devam etmişti Adorno. Gerçeğin ökseye gelir bir kuş olmadığını çocukluk günlerinde keşfeder feylesof. Her oltanın başka bir imge tuttuğunu, her tuzağın başka bir iz düşürdüğünü göre göre öğrenir her kavramın nesnenin başka bir haline işaret ettiğini ama hiçbir kavramın nesneyi bütün bütün ele geçiremediğini. Herkes gibi o da olgunlaşmasını hayal kırıklıklarına borçludur. Her seferinde yeniden ve en başından başlayarak arar gölgelerin sahiplerini. Akıldan bir tartı kurar ölçülerin ortasına. Kelimelerin darasını alır ve şeyleri çıplak bırakır. İlmek ilmek bir yordam örer kavramların kavramlarından. Kuşkularımızı azdırır ve umudu yatıştırır. Nesnenin hallerini tutar ve nesne olmayanı ayıklar. Gergefi germeye yetmediğinde cimbarı nasıl değiştireceğini bilen ustadır feylesof. Ömrü endazesinin ayarını inceltmekle geçer. Karanlığı korkudan arındırır. Feylesofun müphem mihengine vurulmaktan geri durmanın yolu yoktur.
Şair ise kelimelerin şeylere karşılık gelmediğini aklından önce sezgisiyle bilir. Akıla indirgenemeyecek olan ama aklın sınırı dışında da var olmayan sezgisiyle. Kelimelerin şeylere karşılık gelmeyişine, kelimelerden şeyler yaratarak misil verir. Boşluğa bir çarmıh çakar. Yokluğu varlandırır. Kendini bu çarmıha gerer. Varlığı bedenlendirir. Nesnenin sağır belirsizliğine seslerin nizamıyla hükmeder. Bizi emin ve sadık bir dünyaya inandırır. Şairin yalan ahengine kapılmaktan geri durmanın yolu yoktur.
Kelimelerin şeylere karşılık gelmediği bir dünyada şeylerin kendilerinden başka şey olma hakkının yoksanması, şeylerin düpedüz var olma hakkının yoksanmasıdır. Bir şey ancak başka bir şey olabiliyorsa var olabilir. Feylesofun nesnesine, bize dokunan halleri dışında bir erişimimiz yoktur. Nesnenin başka hallerine tahammülsüzlük nesneye tahammülsüzlüktür. Nesne bize dair değildir. Olsa olsa biz nesneye dair olabiliriz. Şairin kelimeleri ise sadece yarattığı şeylere değil feylesofun nesnesine de dokunabilme iddiasındadır. Her nesnenin başka nesne olma hakkı feylesoftan çok şairin fatihasıdır.
Demek ki her şiirin kendinden başka şiir olma hakkı vardır. Ve şiirin nesneye karşılık gelme hakkı saklıdır. Şiirin kendinden başka şiir olma hakkının yoksanması, şuurun yoksanmasıdır. Şuurun yoksanması ise kavramın nesneye karşılık gelme ihtimalinin hiçsenmesidir.
Hiçbir şiir tamamlanmış değildir. Feylesof, kavramı nesneyle buluşturuncaya dek şairin kelimelerle inşa ettiği şeydir şuur. Şair ile feylesof çatışmaz. Hele hiç yarışmaz. Aşıktırlar, atışırlar. Feylesof, kavramları döğe döğe harman eder nesneyi. Şair, kelimeleri çiğneye çiğneye tunçlaştırır şeyleri. Esvedi değil müsveddeyi överler. Karayı değil karalamayı yüceltirler. Her ikisi de sevdanın kara, karanın sevda olduğunu bilir.
Müsvedde sevdası, şiirin tamamlanmayacağına senettir. Tamamlanmış şiir, yarım şuurdur. Sebeplenmek gerekmez. Ve müsvedde sevdası, kavramın nesnesini arayacağına akittir. Nesnesini aramayan kavram, ölçüsüz sözdür. Sahiplenmek gerekmez.
Nesnesini bulamamış kavramların dünyasında kelimelerle yaratılan şeyler bize şuurlu bir dünya vaat eder. Yalandır. Ve elimizin altındaki en somut nesnedir.,
Ekrem Düzen
Kökoloji: http://www.nisanyansozluk.com
sevda | ~ Ar sawdāˀ سوداء [#swd1 sf. f.] kara safra, melankoli, eski tıbba göre insanı oluşturan dört maddeden biri < Ar aswad أسود [sf.] kara, siyah → esved
● Renk sıfatlarının dişil halini yapan faˁlāˀ vezninde.
|
esved | ~ Ar aswad [#swd sf.] siyah
● Hacer-i esved = kara taş. Arapça sözcük, renk ve sakatlık sıfatlarına özgü olan afˁal veznindedir.
__________ |
müsvedde | ~ Ar musawwada ͭ مسودّة [#swd1 II mef. f.] karalanmış şey, taslak< Ar taswīd تسويد [II msd.] karalama→ esved |
kara1 | [ETü] 735 kara 1. siyah, 2. fakir, alelade, uğursuz | << ATü __________ EŞKÖKENLİLER: ETü kara: kara1, karabatak, karaca, karakancaloz?, karaltı, karamık, karamsar, karanlık, karar- |
kara2 | ~ Ar ḳārra ͭ قارّة [#ḳrr f.] kıta, anakara < Ar ḳārr قارّ [fa.] yerleşik , göçebe olmayan, sabit, kalıcı → karar |
Serinleyenler