Büyük İskender’in Biseksüel Maskesi

Büyük İskender’i nasıl bilirdiniz? Tarihteki diğer üç benzerinden (Attila, Cengiz, Timur) farklı olarak, yeni coğrafyaları ele geçirme ve hükmetmenin ötesinde bir ‘merak’a sahip olup yedi iklimi kaynaştırma arzusuyla mı? Yoksa Doğu despotlarının inlettiği ‘köle’ halkları özgürleştirme misyonuyla mı? Oliver Stone’un filmine bakarsak ortada tutkulu bir cihangirden çok her nereden vehmettiyse bir havari edasıyla zavallı Doğu halklarını despotların elinden kurtarmaya soyunan yarı meczup yarı ergen bir cengaver görüyoruz. Filmde, yönetmenin Büyük İskender’inin George Bush’a, Darius’unun da Usame bin Ladin’e benzerliği oldukça çarpıcı (ki bazı yerli ve yabancı yazarların da aynı hissi paylaşmaları yürek ferahlatıcı). Yönetmen ve oyuncular her ne kadar bu benze(t)melerin rastlantı ya da zorlama olduğunu iddia etseler de Büyük İskender’in Darius’la savaşa tutuşmadan önce ordusuna çektiği söylevin Bush’un Irak savaşıyla ilgili kendi ‘halkına’ söyledikleri arasındaki özde ve sözde benzerliği reddetmek pek kolay değil.

Dahası, bir tarafta son derece aktif ve örgütleyici bir cengaver diğer tarafta yüz bin kişilik ordusunu gülünç el, kol ve parmak hareketleriyle ‘idare eden’ bir diktatör görüyoruz. Büyük İskender kılıcı kadar ağzını da çalıştırırken Darius’un ne bir silaha davrandığını görüyoruz ne de ağzından bir kelime çıktığını duyuyoruz. Darius, sadece önceden programlanmış hareketleri yapabilen bir savaş aygıtını muhtelif manivelalarla idare etmeye çalışan bir makine operatörü, İskender ise kendi başlarına hareket kabiliyeti olan kişileri ustaca yöneten bir orkestra şefi gibi resmediliyor. Bir yanda sadece söyleneni yapan yığınların çullanışını diğer yanda aklını kullanan birimlerin ustalıklı manevralarını izliyoruz.

Büyük İskender’in genişleme stratejilerinin, muharebe taktiklerinin ve ataklığının emsallerinden üstün olduğuna şüphe yok. Ama rakipleri, Oliver Stone’un reva gördüğü karikatürler olmasa gerek. Darius’un İskender’le karşılaşana kadar Yunanistan’ın içlerine kadar girebilmiş olmasının da bir açıklaması olmalı. Arkasından ‘ödlek’ diye bağırılmayı ne kadar hakettiği, çok su götürür.

Bu film ne yazık ki 11 Eylül ardından yapılan çeşitlemelerden biri olmanın ötesine geçemiyor. Filmdeki paralel unsurların tesadüfen var olmadığını saptamak istiyorum. Bu, önceden kurgulanmış olmayabilir ama kasıt olduğu besbelli. Mesele, bu kastın açık mı örtük mü olduğuyla ilgili. Senaryonun düzenlenişinde ya da oyuncularının seçiminde, benzerlikler açık olarak aranmamış olabilir ama yönetmenin örtük eğilimlerinin oyuncu seçimlerini etkilediğini, üstelik filmin hikayesinin ve kurgusunun da bu örtük eğilimler doğrultusunda tecelli ettiğini saptıyorum. Nasıl mı?

Filmin en çok konuşulan, tartışılan yönü, Büyük İskender’in biseksüelliği oldu. Bu temanın işlenme biçimindeki sığlık da diz boyundan yukarı. Ama ben bu temanın, sığ ya da kötü kullanımın çok ötesinde, kötüye kullanıldığını düşünüyorum. Biseksüellik teması adeta asıl temayı, Batı zihninin Doğu’yu nasıl gördüğünü görmemizi engelliyor. İskender’in biseksüel oluşuyla ‘Büyük’lüğü arasında, “çünkü kadınlar ruhu zayıflatır” gibisinden temelsiz ve ayrımcı bir ilintilendirmenin ötesinde ne gibi bir ‘oluşturucu’ bağlantı olduğunu göremiyoruz –üstelik o dönemdeki cinsel eğilim ve faaliyetlere yönelik anlayışların, bugünkü yaygın muhafazakar kabullerin -altında ya da üstünde değil- oldukça dışında kaldığı bilgisine rağmen. Bu nedenle biseksüellik teması, asıl anlatılmak istenen “Batı uygarlaştırıcı ve özgürleştiricidir, Doğu ise barbardır ve ancak köleliğe layıktır” fikrinin alttan alta işlenmesini sağlamak üzere kullanılan bir maske işlevi görüyor. Ne yazık ki bu hedef saptırmaca oldukça başarıya ulaşıyor. Asıl ideoloji, zihinlerde içten içe yer ederken, söz ve farkındalık düzeyinde, biseksüellik şöyledir, yok efendim böyledir, konuşuluyor. Entelektüel de olsa, Amerikan zihniyeti, Amerikan zihniyeti olmaktan kurtulamıyor.

Bir komplo teorisinden söz etmiyorum. Bu düşünme biçiminin bu temaları seçme, işleme ve çalıştırma yöntemlerini kendi içinde barındırdığını söylemek istiyorum. İranlılara göbek havası, Hintlilere ateş dansını reva gören, Yunanları ise ‘erkekçe meydan okuma’yla taltif eden bu zihniyet yalnızca geleceği kendi emellerine göre şekillendirme peşinde değil, geçmişi de kendi dünyası doğrultusunda değiştirme ve belleklere Amerikanlaştırılmış bir tarih kazıma derdinde.

Ekrem Düzen

Görsel: The victorious Alexander the Great in the Battle of Issus against Persian King Darius in 333 B.C.
Kaynak: Roman mosaic found in the House of the Faun, Pompeii, Italy.

Yorumlayınız: