DÜN: 4 Temmuz 2013
Robert Fisk’in Independent’daki yazısının başlığına* taşıdığı gibi, demek ki bir askeri darbe Mısır’da olunca askeri darbe olmuyor! Mısır’da izlerin birbirine karıştığını söylemek kolay, bu karışık izleri birbirinden ayrışık şekilde görmek zor. Ancak bu karışıklık şu saptamaya engel değil: Seçilmiş cumhurbaşkanı askeri darbeyle alaşağı edilmiştir; asker kafasına göre tutuklamalar hapisler ve darbeye yaraşır tüm yollarla kendini sağlama alma derdindedir; doğal olarak bu süreçte meydana gelen tüm ölümlerin, işkencelerin, eziyetlerinin ve kimsenin umurunda olmayan hak ihlallerinin baş sorumlusudur. Seçilmiş cumhurbaşkanının aynı ülkenin ordusu tarafından yerinden edilmesinin savunulacak hiçbir yönü yoktur. Burada, “ama cumhurbaşkanı da meşruiyetini kaybetmişti” demek ordunun müdahalesini aklamak dışında hiçbir işlev görmez. Seçimlerin şekli, şemali, katılma oranı, ve sair hususlar sadece Mısır’ın ilk demokratik seçim deneyiminden başlayan demokrasi yolunun uzun olacağına işarettir. Darbeye bahane edilemez. Seçilmişlerin meşruiyetini ancak Tahrir kaldırabilir. Üstelik bu kaldırmanın bir sonraki seçime ertelenmesine de gerek yoktur. Bu tamamen izlenecek yöntemin meşru olmasıyla ilgilidir. Seçilmiş cumhurbaşkanının demokratik olmayan uygulamalarına muhalefet etmek bir şeydir, seçilmiş devlet başkanını askeri darbeyle devirmek bambaşka bir şeydir. Bir parça insanlık onuru olan herkes Mısır’ın devrik cumhurbaşkanı gibi demokrasi anlayışı gelişmemiş, muhtemelen hiç olmamış bir devlet başkanına elbette muhalif olacaktır. Lakin, (a) ya seçimle geleni seçimle götürecek bir muhalefet örgütlersin veya (b) seçimlerin seçilmişlerin kararıyla zamanından önce yenilenmesini sağlarsın veya (c) seçilmişleri, pazarlığı daha orta yerden kesmeye ve bir koalisyon oluşturmaya zorlarsın. Seçilmiş cumhurbaşkanı meşru değildir demek meşru değildir. Darbeye karşı olmak için seçilmişi sevmeye gerek yoktur, seçilmişin meşru olduğunu teslim etmek hem metodolojik hem etik bir zorunluluktur. Yöntem meşru değilse niyetin meşruluğunu göstermenin bir olanağı yoktur.Mısır ordusu Mısır halkına edebileceği en büyük kötülüğü etmiştir. Bu darbe Mısır’a değil devrim sürecine bir darbedir. Tahrir kabak gibi ortada kalmıştır.
Sandık, meşruiyetin kazanıldığı veya kaybedildiği kurum değildir; sandık, meşruiyetin tescil edildiği kurumdur. Dolayısıyla, bir yönetim sandık zamanından çok önce meşruiyetini yitirebilir. Devrik Mısır Cumhurbaşkanı, meşruiyetini kendi icraatlarıyla daha en başından ortadan kaldırmış, üstelik bunu kendi sözleriyle ifşa etmiştir. O aşamada yapılabilecek yegane iş, bu meşruiyet kaybını meşru yollardan tescil etmekten ibarettir. Halkın elinde bu süreci hızlandırmak, mücadeleyi yükseltmek dışında bir seçenek yoktur. Halkın yürüteceği siyasetin önüne çok etkili engeller çıkarılacağı baştan bellidir. Yoksa ne diye böyle bir mücadele yaşansın! Bu engelleri aşmak kolay değildir. Mısır’da Mübarek yönetiminin devrilmesinden bu yana güçlenmekte olan işte halkın bu yol arayışı, bu yordam yaratışı idi. Şimdi ordu müdahalesi bu süreci kesmiştir. Demek ki ordu aslında Mursi’ye karşı darbe yapar gibi görünerek kendi halkına karşı bir darbe yapmıştır. Halkın iktidarı almaya güç yetireceğini sezmiş, bu yükselen dinamiği yükselmeden biçmiştir. Mursi’nin ordu tarafından devrilmesini kutlayanlar kendi yenilgilerini kutlamaktadır.
Demokrasi bir yönetim şekli değil bir “kültür”dür. Sadece ve sadece yetişkin kişilerin, pişmiş kişiliklerin, ve çok deneyimli zihinlerin yaratabileceği ve yaşayabileceği bir kültür. Daha zoru, demokrasi bir adab-ı muaşeret işidir. Demokrasi kültürünün türetici (jenerik) kodlarını oluşturan bu edep dairesinde, sırf sandıktan çıktım diye mahallenin erkek çocuklarını arkasına alarak önüne gelene tekme atma, canının çektiğine çelme takma çiğliklerinin yeri yoktur. Bir halkın demokrasi yaratması erginleşmiş ve olgunlaşmış bir adab-ı muaşeret yaratmasından geçer. Ve, evet, yarattığı adab-ı muaşeretin olgunluğu, yetişkinliği, ve yetkinliği kadardır türetebileceği demokrasi.
İnsanların ve toplumların hayatında, siyasetle iş görme yolları tıkandığında, bu yolları meşru şekilde zorlamanın, denetleme ve talep baskısı oluşturmanın koşulları vardır. İroniktir, bu koşulları belirleyen yine demokrasi kültürü ve adab-ı muaşeret kodlarıdır. Hem insanlar hem de toplumlar tıkanmış yolları meşru şekilde zorlayarak açma koşullarını kendileri oluşturmak, kendileri savunmak, ve gerektiğinde bedelini yine kendileri ödemek zorundadır. Örneğin Mısır halkının sokağa çıkması dar ve tıkanık siyaset alanını meşru şekilde zorlayarak genişletip açmanın yollarından biridir. Oysa, zora başvurma araçlarını baştan elinde bulunduran unsurların, mesela düzenli ordunun müdahalesi tam da bu nedenle meşrulaştırılamaz. Diğer yandan, çoğunluğun oylarını elinde bulundurduğu için her icraatını dayatabileceğini zanneden iktidar sahipleri de meşruiyetlerini aynı yerden kaybederler. Ne var ki icraat meşruiyetini kaybeden bu despotlar ellerinde hala iktidar meşruiyetlerini tutmaktadırlar. Bu nedenle Mursi’nin meşruiyet yitirişi ile darbenin meşruiyet elde edemeyişi birbiriyle kıyaslanamaz. Birinin kabahati diğerinin özürü olamaz. Yapılması gereken, icraat meşruiyetini kaybeden Mursi’yi buradan zorlayarak iktidarı bırakmaya veya paylaşmaya zorlamak olmalıydı. Halk bunu yapıyordu, başaracak gibiydi, ordu halkın önünü kesti. Önce Mursi sonra Mısır ordusu ardarda iki kez Mısır devrimini Mısır halkından çaldılar.
Demokrasi, her zorlamanın şiddet olmadığını bilme kültürüdür. Çünkü zorlamanın meşru koşulları oluştuğunda artık şiddetten bahsedilemez. Mısır ordusu darbe yapıp halkın kendi kendini yönetme sürecini kesmek yerine bu süreci desteklemenin yaratıcı yollarını arasaydı sadece Mısır değil bütün bir Orta Doğu demokrasi yolunda olağanüstü bir sıçrama yapardı. Şiddete başvurmadan siyaseti zorlayarak meşruiyet kazanan “Portekiz Karanfil Devrimi bugün bu gözle bir kez daha incelenmelidir.**
Mısır’ın henüz çok cılızken önü kesilmiş demokrasisi ile dayanışmak önemlidir. Ülkemizin kaderi Mısır’ın kaderine yakından bağlıdır. Bu coğrafyadaki her ülkenin kaderi diğerinin kaderidir. Bu kader birliğinden çıkartmamız gereken önemli dersler vardır. Bizim ülkemizdeki hiçbir darbenin veya darbe girişiminin halkın olgunlaşmasına, yetişkinleşmesine hizmet etmediği, bütün müdahalelerin halkın büyüme yollarını kesip budadığı iyice anlaşılmadıkça kendi demokrasi kültürümüzden söz edemeyiz.
Ülkemizde her ordu müdahalesi var olan adab-ı muaşereti de bozarak yerine kendi ikiyüzlü hal ve tavırlarını sokuşturmuş ve bunu bize edep diye yutturmuştur. Bu edep kılığındaki züppelik, kendini başkalarından üstün görme ahlakından ibarettir. Barışa hizmet etmediği, bu mütevazı toprakların mülayim insanlarının sürekli birbirine diklenmelerinden bellidir. Coğrafyamızın gözü gönlü karnı her daim yarı aç yarı tok insanları, herkes, hepimiz, kendi boş gururunu yek diğerinin boş gururunu ezerek doyurma peşindedir. Bu diklenme adabı her seferinde vicdanları biraz daha nasırlaştıran bir zıtlaşma kültürü dışında hiçbir değer üretmemektedir. Bu güdük değerler kültürü ise askeri/bürokratik/hiyerarşik yapılar/kurumlardan başlayarak kendisini ülkenin sahibi zanneden/addeden bütün vesayet meraklısı unsurların kendilerini bir yana kendilerinden olmayan her şeyi ve herkesi öte yana ayırdıkları o meş’um kutuplaşma/kutuplaştırma siyasetini üretmektedir. Bu gidişi durdurup yönünü demokrasiye doğru yöneltmenin tek yolu vardır: Zıtlaşma ve kutuplaşmaları araya başkasını sokmadan – sabır ve tahammülle – konuşmak. Yeniden tanışmak zorundayız. Yeniden tanışma siyasetini kurmak zorundayız.
BUGÜN: 5 Temmuz 2013
Bugünün Mısır’ına Türkiye’den bakmak zamanda 33 yıl geriye, 12 Eylül 1980’e gitmek gibi. Daha bu cümleden “Mısır Türkiye değil, Türkiye de Mısır değil” itirazlarını yükseltecek olanlara ilk söyleyeceğim “hele bir nefes alın” olur. İkinci söyleyeceğim ise şudur: “Sadece bugün boyunca ülkede ne kadar antidemokratik unsur varsa hepsinin canhıraş seçilmiş fakat seçildiği anda antidemokratik bilinçdışını faş etmekten hiç utanmamış cumhurbaşkanını nasıl da demokrasi havarisi yaptıklarını, darbeye ise şeytana ettiklerinden beter lanetler yağdırdıklarını görmediniz mi?” Niçin? Çünkü darbe denen musibet en çok antidemokrat unsurların işine yaramıştır. Nasıl? Sandık ile demokrasiyi bir ve aynı şey olarak topluma dayatan unsur darbeci zihniyetin ta kendisidir de ondan.
Başka türlü söyleyelim: Darbe, ardında mübalağa hasar görmüş bir sandık bırakır. Bakınız 12 Eylül hukuksuzluğundan kalma – henüz daha da beterleştirmek dışında kılına bile dokunulmamış – seçim usulleri. Kargalar gülmez. Bu hasarlı sandık, antidemokratik zihniyetin can simididir. Onu onarmaya kalksa kendisi onda boğulur. Günün sahte demokratlarının elinden gelmeyecek levendane tavır, darbeyi lanetlerken antidemokratik ve ikiyüzlü ‘seçilmiş’ cumhurbaşkanını da lanetlemektir. Lakin, dün yapmadıklarını bugün de yapmamaktadırlar, yarın da yapmayacaklardır. Çünkü bu darbeden en çok onlar karlı çıkacaklardır.
Seçilmiş cumhurbaşkanının iktidar meşruiyeti, icraat meşruiyetini yitirmesi nedeniyle sorgulanır hale gelmiştir. Sözde yiğitler, bu ciheti teslim edebilirlerse bu sıfatın hakikisini hak edebilirler. Sorgulanır hale gelmiş iktidar meşruiyetini sınamanın ve tescil etmenin sandık dışındaki yolu, taraflarca karşılıklı oturulup pazarlığı kesilmiş bir koalisyondur. Koalisyona, pazarlığa, iktidarı paylaşmaya yanaşmayan taraf iktidar meşruiyetini de yitirmeye başladığını kendi kendine ilan etmiş demektir. Darbeperverler samimi iseler şunu diyebilmelidir: Asker halkın yeni yeni yağ sürmeye başladığı ekmeğini elinden almak yerine o ekmeğe yağ taşıyabilseydi ne iyi olurdu! Ne maksatla? Elbette antidemokratikliği paçalarından akan meşru cumhurbaşkanını meşru meşru yolculamak maksadıyla! Kof darbe karşıtlığına ebem de mendil sallar, yüreğiniz yetiyorsa demokrasiden yana durun da utanıp yüzü kızaran biz olalım. Ne var ki bu koalisyonu ne darbeperverler hoş karşılayacaktır ne de sahte darbe karşıtları. İlki elindekini yitirmekten korkacak, ikincisi elindekini arttırmanın iştahına karşı koyamayacaktır. Okumaktan bıkanlara karşı yazmaktan bıkmayarak tekrarlayalım: Portekiz Karanfil Devrimi! Açın okuyun kardeşim!**
Yoksa benim mi kafam karışık? Darbe sevmezlik bir yarış değil bir duruştur. Her duruş gibi maksat demokrasiyi sağlama almak olmalıdır. Demek ki icraat meşruiyetini yitirmiş olsa da, ikiyüzlülüğü, samimiyetsizliği az zamanda çok defa aşikar olmuş olsa da iktidar meşruiyeti devam eden seçilmiş – samimiyetsiz ve ikiyüzlü – cumhurbaşkanının yanında darbeye karşı durmak bir zorunluluktur. Devamla: Seçilmiş – antidemokratik zihinli ve antidemokratik icraatlı – cumhurbaşkanı ile darbe arasına sıkışan halkın yanında durmak eşzamanlı bir zorunluluktur. Biz – bu ülke – o yoldan geçtik. Hepimiz çok büyük acılar çektik. İkinci kuşak geldi geçiyor hala aynı zulmün, aynı yanlışın acılarını çekiyoruz. Nedir o yanlış? Halkın darbeci asker ile sahte-demokrat-çiğ-despot arasına sıkışmasını önleyen, sıkışsa da çözen ara mekanizmalar kurmasını sağlayacak duruşlar, politikalar, kurumlar, platformlar, sistemler kısaca örgütlenmeler gerçekleştirmemek.
Biz bunu yapmadık, bunun yerine birbirimize habire siyaset dersi verdik. Kendi 12 Eylülümüz’den öğrenemediklerimizi Mısır’ın 4 Temmuzu’ndan öğrenmek gibi müthiş bir fırsatın karşısında, eşsiz bir zaman yolculuğunun içindeyiz. Bu kısmetin de içine edersek kim bizi niye affetsin?
Nereden başlamalı? İroniden, paradokstan, mizahtan, ve mecazdan. En iyi bildiğimiz şeylerden. Ders vermek yerine dinlemekten, söz dinletmek yerine dinlemekten, dediğimizin yapılması yerine başkasının önerdiğini denemekten… Sabırla ve tahammülle… Başka? Birbirimizi tanıdığımızı varsaymamaktan, yeniden ve yeniden tanışmaktan… Daha daha? Malumatfuruşlukla pratik aklı birleştiren keskin zekalara alan açıp fırsat bırakmaktan, yaratıcılara malzeme ulaştırmaktan, uzlaştırıcılara sessizlik sağlamaktan, birleştiricilere elleri uzatmaktan…
Nasıl mı ayıracağız at izini it izinden? Önce derin bir nefes alarak. Sonra, işi kendimize yontup yontmadığımıza bakarak. Kendimize yonttuğumuzu fark ettiğimizde gidip bu kısımları işin ehline güzelce tıraşlatarak. Kendimize yonttuğumuz kısımdan bir başkasına da pay çıkıncaya kadar kendimizi yontmaya devam ederek. Çünkü insanın başkasındaki yamuğu görmesi ancak ve ancak kendisindeki yamuğu görmesiyle mümkündür. O zaman emin olursunuz kimin izi kimindir. O zaman bilirsiniz siz kendiniz kimsiniz, kimlerle yola devam edeceksiniz, ve kimleri biraz daha kendi halinde pişmeye bırakacaksınız.
Hatasız kul olmaz. Birinin hatasını diğeri telafi etmeye çalışmalıdır. Sinirlileri yatıştırmalı, çok yatışkınları usulca sinirlendirmelidir. İlle de arayı bulmalıdır, zoru kolaylaştırmalıdır, olmaza ilişmeyip olurundan yol bulmalıdır… yol bulunmazsa o yolu açmalıdır…
Ekrem Düzen
* Robert Fisk, When is a military coup not a military coup? When it happens in Egypt, apparently, The Independent, July 4th, 2013 http://www.independent.co.uk/voices/comment/when-is-a-military-coup-not-a-military-coup-when-it-happens-in-egypt-apparently-8688000.html
** Manuel, Paul Christoper. (2010) Portuguese Exceptionalism and the Return to Europe: the 25 April 1974 Coup and Democratization, 1974-2010. CES Working Paper Series No. 175, 2010. [Working Paper] http://aei.pitt.edu/14471/
Image credits: On the blog of Cantigas do Maio, Aurelio Malva shares an image making allusion to Portugal’s Carnation Revolution, which in 1974 deposed the fascist dictatorship in power since 1933. On April 25, 1974 the barrels of guns were decorated with the red flower. Image edited by Miguel Fontes http://globalvoicesonline.org/2011/02/01/portugal-reflections-on-egypt/ http://cantigasdomaio.blogspot.com/
Serinleyenler