
Kolektif, K., Bencekitap Yayınları
https://www.bencekitap.com.tr/
Bu yazı, Mart 2013’te Bencekitap tarafından yayınlanan ve 201 erkeğin kürtaj hakkını savunmak amacıyla kaleme aldığı yazıları derleyen ‘K.’ adlı kitapta yer alıyor. Bu tür zahmetli çalışmaların çok kanaldan beslenmesi, uzun süre soluk alabilecekleri farklı mecralarda yer bulması gerek. Bu maksatla, kitaba yazdığım kısmı buraya da alıyorum. Kitabın tamamının okunması ve kalıcı olması dileğiyle…
Kitabın tanıtım metinlerinden:
“Tarih 5 Nisan 1971… Fransa’da Le Nouvel Observateur dergisinin 334. sayısı, okurlarını şoke eden bir manifestoyla çıkar. Fransa’da yüzlerce kadın bir araya gelmiş ve ülkedeki kürtaj yasağına karşı ‘343 Kaltağın Manifestosu’ adlı bir bildiri kaleme almıştır. Aralarında ünlü felsefeci ve yazar Simone de Beauvoir, efsane oyuncular Catherine Deneuve, Jeanne Moreau, şarkıcı Brigitte Fontaine, yazarlar Marguerite Duras, Françoise Sagan gibi isimlerin de bulunduğu 343 kadın tarafından imzalanan manifesto Fransa’da büyük yankı uyandırır. Bildiride, kürtaj yasağının sorumluları olarak görülen dönemin cumhurbaşkanı Georges Pompidou ve hatta Papa bile ‘faşist’ olarak nitelendirilir.
Tarih 1 Mart 2013… Türkiye’de kürtaj yasağı tartışmaları sürerken 201 erkek bir araya gelir ve kadınların kürtaj hakkını savunmak amacıyla bir kitap çıkarırlar. Yazar Ozan Önen ve Ceyda Pırıl Köstem’in girişimiyle başlatılan, Bencekitap Yayınları tarafından yayımlanan ‘K.’ adlı kitapta, bu kez erkekler bireysel kürtaj manifestolarını kaleme alırlar.” (İpek Yezdani’nin 3 Mart 2013 tarihli Hürriyet-Pazar Gazetesindeki haberinden alıntı.)
” ‘K.’ kitap [projesi], ülkemiz gündemine aylar önce oturan, kürtaj yasası tartışmaları ekseninde, yasanın çıkmasına karşı duran erkeklerin fikirlerini kamuoyuyla paylaşmak, toplumun her kesiminden erkek sesleri alarak, kadınların sesine ses katmak amacıyla yürütüldü.” (Pandora Yayınevi web sitesindeki tanıtım yazısından alıntı.)
Hikmet Belagat Akıl Bilim (K., sf. 122-124)
Coğrafyamızda akıl pek nadir bulunsa da muteber bir nesne değildir. Hikmet ve belagat ise tek sezonda on yerli dizi senaryosu çıkartacak kahredicilikte çoktur ve gördüğü itibar içeriğinden bağımsızdır. Etkisi anlaşılmamasından, gücü yarattığı korkudan gelir. Ama asıl kıymeti işi kısa yoldan bitirmesindendir.
Ölçüp biçmek gibi zahmetlere girişmek yerine diliyle, olmazsa eliyle, ko’du mu oturtmaya meraklılarımız, başka da bir merakı olmayanlarımız, çoğumuz, kendilerinin koyamadıklarına oturtanların histerik hayranıdır. Mülksüzleştirme esasına dayanan talan ekonomisinin şehirsiz, sahipsiz, örgütsüz insanları, kendi kırılgan yaradılışlarıyla yaradılışın azameti arasında zayıf bedenlerine değil, bu azametin bedenlerinin içine kadar giren somut temsilcisine, devlete teslim olmak dışında hiçbir ilmek atmamışlardır hayata. Azamet ve temsilcisi devlete bütün ilişmeler doğrudandır. Araya bir çatı çatılmamıştır. Devlet dengelenmemiş, herkes devlet olmak peşine düşmüştür. Meclis üyeleri bile birer ‘vekil’dir. Vekâletini aldıkları insanlara aracılık etmezler, müvekkillerine ait olması gereken alışverişlerin tamamını doğrudan kendi adlarına tescil ettirirler.
Yine de zekâmızdan şüphe edilemez. Bir yandan hikmeti akıl diye yuttururken diğer yandan aklın doğası icabı yamuklarını maharetle ayıklayıp zarafetle ifşa etmek az kurnazlık değildir. Aklın yamuklarını yine akılla düzeltme imkânı demek olan bilimin bu topraklarda hiç yeşermemesi, hikmetin kuru toprağı ve belagatin sert rüzgârı yüzündendir. Akıl ve bilim, yani izan ve mizan, hikmet ile belagatin şamar oğlanı olunca hak hukuk da bütün karakterleri aynı hayalbazın seslendirdiği bir gölge oyunundan ibaret kalmıştır.
Tekelci azametin tekelci temsilcisi devlet, derme çatma evlerde oturan insanların kırılganlığını, her şeyden çok kendi temelsiz varoluşundan bilir. Hikmet ve belagatten bir temel inşa etmeye çalışması bundandır. Yargının esas alacağı yasayı çıkarırken, çıkardığı yasayı yürütürken, ve tüm bunların pazarlamasını yaparken, bütün gülünçlüğüne ve işeyaramazlığına rağmen kendi takip ettiği hikmet ve belagate dayanması ama asla insanlara dayanmaması da bundandır. Bu topraklarda devlet ve yasaların insanın hizmetinde değil, insanın devlet ve yasaların hizmetinde olduğu o kadar çok söylenmiştir ki artık çiğnenmekten tükürülemez hale gelmiştir; ama bu, devlete vız gelip tırıs gitmiştir.
Coğrafyamızın, hepimizin her an uyduğumuz veya uyum gösterdiğimiz belki onbin yıldan daha eski, sert, ve kuru kanunları var. Bu kanunların başlıcaları bedene ilişkin olanlar. Ve bedene ilişkin kanunların en önde gelenleri kadın bedenine ilişkin olanlar. Düşünce özgürlüğü gibi kökü dışarıda bir kavrama daima soğuk ve uzak duran bu coğrafya neredeyse bütün kanunlarının temelinde yer alan olguları, mesela namus olgusunu, açıkça konuşmaya, tartışmaya cesaret edememektedir. Olguyu kavram kavram kıvırmakta, kıvıramadığı yerde yayıp düzleştirip hiçleştirmektedir. Devlet için kadın bedeninin sadece bir araç değil, aynı zamanda amaç olduğu anlaşılmamıştır. Devlet kadın bedenini sadece araçsallaştırıyor olsaydı faşist devlet çözümlemeleri gerçek duruma bir parça dokunabilirdi. Ne var ki mesele bundan daha karmaşıktır. Çünkü en aydınlık kafalar bile iş namus meselesine gelince bulanabilmektedir. Azim devlet, meselenin karmaşıklığı üzerine bina olmuştur. Bu yüzden kadının bedenine ilişkin tüm teknolojileri hepimizden iyi bilmekte, hepimizden iyi kullanmaktadır.
Akıl ve bilim gibi ara kurumlarla birlikte varolmayan, hikmet ve belagat gibi mutlak kurumların mutlak temsilcisi olarak tek başına varolan bir devlet, kırılgan bedenler için en tehlikeli devlet biçimidir. Tutsak edici, köleleştirici, ve kullaştırıcıdır. Faşist devlette hiç olmazsa bir yalancı-akıl, bir yalancı-bilim bulunur. Hakim ve beliğ devlette ise aklın ve bilimin yalancısı bile bulunmaz. Azim devlet sadece ve sadece hikmetle koyup belagatle oturtmak peşindedir. Bilimi de felsefesi de sanatı da bunun propagandasından ibarettir.
Yapılacak iş zordur, ama bellidir. Beden ile devlet arasına bir çatı, bir koruma kalkanı inşa edilmelidir. Devlet bedene el uzatmaktan geri durmayacaktır. Bunu öğrenmesi gerekecektir. Bu öğrenme, devletin “idrak etmesi” ile gerçekleşmeyecektir. Deneyimlemesi ile gerçekleşecektir. Devlet bu çatıya, bu kalkana çarpa çarpa öğrenecektir ki o kırılgan bedenler o kadar da kırılgan olmayan akıllardan bir koruma sathı oluşturmuşlardır. Devlet bu satıhla pazarlık etmek zorunda kalacaktır. Ve bu an, bir topluluğun bir topluma dönüşmeye başladığı an olacaktır.
Bu çatıyı inşa edecek olanlar da öğreneceklerdir. Ama işleri daha zordur. Deneyimlemek yetmeyecektir. Yetmemiştir, yetmemektedir. İşe, hakim devletin hikmet ve belagatinin kendi zihinlerindeki temsillerini çözümlemekle başlayacaklardır. Devlete dert anlatmaktan, arıza yazmaktan vazgeçeceklerdir. Devlete doğrudan ilişmenin ya devlet olmak ya devlet tarafından yok edilmekle sonuçlanacağını kavrayacaklardır. Devletin pazarlık etmek zorunda kalacağı koruma sathını inşa edebilmek “devlete doğrudan ilişmeme” kavrayışı olmaksızın mümkün değildir. Devletsizlik arzu eden liberter ruhlar dahi devletsiz bir varoluşa başka yoldan gidilemeyeceğini, başka her yolun ya devlet olmaya ya devlet tarafından yok edilmeye çıkacağını göreceklerdir. Yapılacak iş, devletin varoluşunu pazarlıkla mümkün kılmak, pazarlıksız var olamayacağını deneyimlemesini sağlamaktır. Bu yapılmazsa, devletin el attığı bedenden elini yine kendi iradesiyle çekmesini beklemiş oluruz. Bunu niye yapsın?
Bir manifesto azim devlete dert anlatmayı maksat etmişse daha baştan boş laf kümesine düşmüştür. Hele ki lafla koyup oturtmayı maksat etmişse çoktan bir zavallılık örneği olmuştur. Yok bu ikisi de değil ama bir çatı inşa etmeyi hedeflemişse işte o zaman sadece buradaki ‘343’ kaltak için olsun hayatta bir şeyler değişmiştir.
Eğer hikmet ve belagat devletini akıl ve bilim sathıyla dengelemezsek, eğer bir topluluk olmaktan bir toplum olmaya evrilmezsek, kendi ülkemizin zoraki levantenleri olarak başladığımız okur-yazarlık hayatımıza aynı ülkenin gönülsüz oryantalistleri olarak devam etmek zorunda kalabiliriz.
Serinleyenler